Can ve arkadaşları, uçurtmalarını uçururken dostluğun ve paylaşmanın güzelliklerini keşfeder.
Kullanım İpuçları
- Sayfayı çevirmek için sayfaya tıklayın ya da yön tuşlarını kullanın.
- Dinle butonu ile sesli anlatımı başlatın.
- Oto Ses açıkken sayfa bitince otomatik devam eder.
- Kaydırıcı ile hızlı konum değiştirin.
- 3D Açık/Kapalı ile perspektifi değiştirin.
- Kilit ile sayfa tıklamalarını kapatabilirsiniz.
- Tam ekran ile daha iyi odaklanın.
Prens Atlas ve Köylü Can


Çok uzaklardaki bir krallıkta, Prens Atlas adında meraklı bir çocuk yaşardı. Sarayının bahçesi o kadar büyüktü ki, içinde rengarenk çiçeklerden nehirler ve minik, pırıl pırıl göller vardı. Ama Atlas, bu kocaman bahçede hep yalnızdı ve duvarların ardındaki hayatı çok merak ederdi.


Aynı krallığın şirin köyünde ise Can adında neşeli bir çocuk yaşardı. Can'ın oyuncakları tahtadan ve taştandı ama bir sürü arkadaşı vardı. Her gün köy meydanında koşturur, güler ve tepedeki görkemli sarayın nasıl bir yer olduğunu hayal ederdi.


Bir gün Prens Atlas, bahçe duvarının altındaki gizli bir kapıdan dışarıyı seyrederken Can'ı gördü. Can da parmaklıkların arasından içeri bakıyordu. İki çocuk göz göze geldi ve aynı anda gülümsediler.


"Senin hayatın ne kadar farklı," dedi Atlas. "Senin de," diye cevap verdi Can. Atlas'ın aklına parlak bir fikir geldi: "Bir günlüğüne yer değiştirelim mi? Sadece bir günlüğüne!" Can'ın gözleri parladı ve hemen kabul etti.


Atlas, Can'ın eski giysileriyle köy meydanına indi. İlk başta ne yapacağını bilemedi ama kısa sürede diğer çocuklar onu çember oyununa davet etti. Atlas, hayatında ilk defa bu kadar çok güldüğünü hissetti.


Öğle vakti geldiğinde, yeni arkadaşlarından biri olan Elif, evlerinden getirdiği ekmeğin yarısını Atlas'la paylaştı. Atlas çok şaşırdı. Sarayda her zaman kocaman bir sofrası olurdu ama kimseyle yemeğini bu şekilde paylaşmamıştı.


Bu sırada Can, prensin ipek giysileriyle saraydaydı. Her oda hazinelerle doluydu: pırıl pırıl oyuncaklar, yumuşacık yataklar, çeşit çeşit şekerlemeler... Ama Can'ın canı sıkılıyordu çünkü bu güzellikleri paylaşacak kimsesi yoktu.


Can, altın bir at arabası oyuncağını sürmeye çalıştı ama tek başına oynamak hiç eğlenceli değildi. Köydeki arkadaşlarıyla çamurdan kaleler yapmayı özledi. O zaman anladı ki en güzel oyuncaklar bile arkadaşlar olmadan anlamsızdı.


Akşam olduğunda iki çocuk da heyecanla bahçe kapısına koştular. Birbirlerini gördükleri an, anlatacak ne kadar çok şeyleri olduğunu fark ettiler.


Atlas, "Paylaşmanın ne kadar güzel bir his olduğunu öğrendim," dedi. Can ise, "Ben de en büyük zenginliğin eşyalar değil, dostlar olduğunu öğrendim," diye ekledi.


O günden sonra her şey değişti. Prens Atlas, sarayın kapılarını köydeki bütün çocuklara açtı. Bahçe artık çocukların kahkahalarıyla doluydu. Can da Prens Atlas'a köydeki hayatın basit zevklerini öğretti.


İki küçük çocuk, giysilerinin ya da yaşadıkları yerin farklı olmasının önemli olmadığını keşfetmişti. Önemli olan kalplerinin aynı merak ve sevgiyle atmasıydı.


Atlas, kral olan babasına gidip öğrendiklerini anlattı. Kral, oğlunun bilgeliğinden çok etkilendi ve krallıktaki herkesin eşit ve dostça yaşaması için yeni kurallar koydu.


Can, sarayda "Prens'in Dostluk Danışmanı" oldu. Görevi, tüm çocukların oyun oynayacak bir arkadaşı olduğundan ve kimsenin kendini yalnız hissetmediğinden emin olmaktı.


Ve böylece, bir prens ile bir köylü çocuk, tüm krallığa en değerli hazinenin birbirini anlamak olduğunu öğretti. Çünkü empati kurmak ve paylaşmak, insanı altından bile daha zenginleştirir.


