Can ve arkadaşları, uçurtmalarını uçururken dostluğun ve paylaşmanın güzelliklerini keşfeder.
Kullanım İpuçları
- Sayfayı çevirmek için sayfaya tıklayın ya da yön tuşlarını kullanın.
- Dinle butonu ile sesli anlatımı başlatın.
- Oto Ses açıkken sayfa bitince otomatik devam eder.
- Kaydırıcı ile hızlı konum değiştirin.
- 3D Açık/Kapalı ile perspektifi değiştirin.
- Kilit ile sayfa tıklamalarını kapatabilirsiniz.
- Tam ekran ile daha iyi odaklanın.
Define Adasının Sırrı


Meraklı bir çocuk olan Arda, büyükbabasının eski sandığında unutulmuş, sararmış bir harita buldu. Harita, gizemli bir adayı ve üzerinde işaretli olan parlak kırmızı bir "X"i gösteriyordu. Arda'nın kalbi heyecanla çarpmaya başladı. Bu, gerçek bir define haritasıydı!


Arda, hemen en iyi arkadaşları Ada ve Mert'in yanına koştu. Onlar, Arda'nın her macerasına katılan en cesur dostlarıydı. "Bakın ne buldum!" diye fısıldadı ve haritayı önlerine serdi. Ada'nın zeki gözleri ve Mert'in güçlü duruşu heyecanla parladı.


Mert, "Oraya gitmeliyiz!" dedi kararlılıkla. Ada ise, "Ama önce bir plan yapmalıyız," diye ekledi. Üç arkadaş, bu sırrı birlikte çözeceklerine ve ne bulurlarsa bulsunlar dürüstçe paylaşacaklarına söz verdiler. Macera başlıyordu!


Ertesi sabah, üç arkadaş küçük ve renkli tekneleriyle denize açıldılar. Pusulaları onlara yolu gösterirken, neşeli yunuslar teknelerinin yanında zıplayarak onlara eşlik etti. Güneş parlıyor, deniz ise onları Define Adası'na çağırıyordu.


Sonunda adaya vardılar. Ada, daha önce hiç görmedikleri kadar canlı renklere sahip çiçekler ve tropik ağaçlarla kaplıydı. Egzotik kuşların cıvıltıları, "Hoş geldiniz!" der gibiydi. Teknelerini güvenli bir yere çektiler ve adayı keşfetmeye başladılar.


Haritayı takip ederek adanın içlerine doğru yürüdüler ve karşılarına yosunlarla kaplı, konuşan bir papağan heykeli çıktı. Heykelin kaidesinde bir bilmece yazılıydı: "Sesim yok ama sana dünyaları anlatırım. Ben neyim?"


Ada bir an düşündü ve gözleri parlayarak, "Buldum! Cevap 'kitap' ya da 'harita'!" diye bağırdı. O anda, heykelin arkasındaki gizli bir taş kapı gıcırdayarak açıldı ve önlerinde karanlık bir mağara belirdi.


Mağaranın içi, duvarlardan yayılan nazik bir melodiyle parlayan yüzlerce kristalle aydınlanıyordu. Ortada altın dolu bir sandık değil, pırıl pırıl parlayan sakin bir su birikintisi vardı. Sudan, adanın eski hikayelerini anlatan fısıltılar yükseliyordu.


Suyun kenarındaki bir taşa oyulmuş yazıyı okudular: "En büyük hazine, elinde tutabildiğin değil, anlatabildiğin hikayeler ve yayabildiğin iyiliktir." O an anladılar ki adanın sırrı altın değil, bilgelikti.


Üç arkadaş, bu sırrı sonsuza dek koruyacaklarına ve öğrendikleri hikayeleri sadece iyilik için kullanacaklarına dair birbirlerine söz verdiler. Adadan hiçbir şey almadılar ama kalpleri paha biçilmez bir hazineyle doluydu.


Mağaradan ayrılıp gün batımında evlerine doğru yola çıktıklarında, kendilerini daha cesur ve daha bilge hissediyorlardı. Teknenin arkasında bıraktıkları ada, onlara hayatlarının en önemli dersini öğretmişti.


Evlerine döndüklerinde ceplerinde altın yoktu ama kalplerinde çok daha değerli bir şey vardı: arkadaşlığın gücü, keşfetmenin cesareti ve dürüstlüğün getirdiği bilgelik. Çünkü onlar, asıl hazinenin cesaret ve dürüstlük olduğunu öğrenmişlerdi.


